Yaşım geçtiğimiz Mart’tan itibaren 27 oldu. Bu demek oluyor ki tam iki yıldır bu saçma sendromun içerisindeyim ve kolay kolay bir çıkış yolu da bulamayacağım gibi görünüyor.
Psikoloji kaynaklarına göre insan hayatında üç önemli aşama var. 2 yaş sendromu (inanmayacaksınız ama var öyle bir şey!), ergenlik sendromu ve orta yaş sendromu. Bir de şimdi başımıza bir şey daha çıktı, 25 yaş sendromu diye adlandırıyorlar. Eskiden yokmuş bana göre. Bizim yeni çağın hastalığı. 10-15 sene önce 25 yaşında evli barklı, iki çocuk sahibi, hayatını oturtmuş insanlar çoğunluktaydı çünkü. Şimdi 25 yaş evlilik için erken, çocuk için çok erken. Hatta belki lisans-yüksek lisans derken iş güç sahibi olmak için bile erken. 25 yaşında tam bir milatta oluyoruz. Hatta biraz metafor yapmış olayım, Alice Harikalar Diyarı’nda Alice’in karşısında onlarca kapıyla çevrili bir odada kalmış hali gibiyiz. (The Room of Doors) Geriye dönemeyiz, orası kesin ama o kadar çok kapı var ki hangisinden gitsek daha karlı çıkarız bilemiyoruz. Zaten her kapı da açılmıyor öyle, çoğu kilitli!
Hal böyle olunca bizim kafalarda sorular bölünerek çoğalmaya başlıyor. Mezun oldum şimdi ne yapacağım? Hangi sektöre yönelmeliyim? Bu işi seviyor muyum? Hayat boyu yapabilir miyim? 10 yıl sonra nerede olabilirim? Az mı kazanıyorum? Nasıl daha çok kazanırım? Nasıl yani artık üç ay tatil yapamayacak mıyım?! Peki sosyal haklarım neler, sigortamı asgariden mi yatıracaksınız? O değil de ben kiminle evleneceğim? Şu anki sevgilimle bir geleceğim olur mu? Hayat boyu yalnız mı kalacağım? Mutlu olacak mıyım? Evlilik aşkı öldürecek mi, ileride annemler gibi boşanacak mıyım? Vs. vs..
Gelecek kaygıları insanın üzerine üzerine geldikçe işin içinden çıkılmaz bir hale geliyor. Anksiyeteye biraz yatkın bir karakteriniz varsa zaten bittiniz, gelsin panik ataklar, gitsin nefes alamamalar. İki gün üst üste yüzünüzün güldüğüne çok ender rastlanıyor, mutlu olduğunuz anlarda bile beyninizin arka planında hep bu sorular işlemeye devam ediyor.
Apar topar bir işe giriyorsunuz, iş hayatının hiç de hayal ettiğiniz gibi olmadığını görüyorsunuz, işin kurdu olmuş kaba saba insanları gördükçe ne kadar saf ve toy olduğunuzu anlıyorsunuz. Üniversite zamanlarını deli gibi özlüyorsunuz. Bir yandan evlilik hazırlığı yapıyor, bir yandan deli gibi korkuyorsunuz ya da çoktan evlendiniz sudan çıkmış balığa döndünüz.
Selam.
Bendensiniz.
Ben 2011’de mezun oldum, mezun olur olmaz uluslararası bir yüksek lisans programına başladım, tüm derslerimi verdikten sonra tezimi yazmadan “iş bulamam” paniğiyle bir mimarlık ofisine girdim. İlk tokadımı orada yedim. 9-6 çalışıyorduk ve cumartesileri yoktu. Bu fena değil bak. Ama sık sık yarışmalara giriyorduk ve günlerce gece yarısına kadar çalışıp, ofiste sabahladığımız oluyordu. Bu süre zarfında kimse mesai ücretinden falan bahsetmiyordu tabi ki. Üstelik ne ahım şahım bir maaşım vardı, ne sigortam aldığım maaş üzerinden yatırılıyordu. Yeni mezunsanız işverenler zaten sizin toyluğunuzu gözünüzden anlıyor, “Sana sorumluluk veriyorum çünkü yeteneklisin” gazıyla bir kaç kişinin işini sana yüklüyor, epey ucuza iş görüyorsun. Kuş kadar maaşımı aylar boyunca ofisin maddi sıkıntılarından dolayı da alamayınca “Eeeeh” dedim çıktım ben de. Helal de olsun, iyi yapmışım.
Aslında o dönem nereye gidersem gideyim koşulların çok değişmeyeceğini anlamıştım. Bizim sektör çok havalı ve egoya iyi geliyor, orası doğru. Ama dışı seni içi beni yakar derler ya, çalışma şartları gerçekten kötü. Hazır işimi bırakmışım, başka ne yapabilirim bakayım dedim. İki tane freelance iş aldım. Bana mı öylesi denk geldi bilemiyorum, öyle biriyle çalıştım ki tövbe ettim. Bir kere freelance evden çalışıyorsun diye sanıyorlar ki sabah 8-gece 12 çalışıyorsun. Akşamın 9’unda arayıp çok acil iş istemeler mi dersin, senin yaptığın işi beğenip “Ama onu birbirimizi tanımış olmak için yaptık sayalım, ücrete tabi tutmayalım, hem daha çok iş var elimde”ler mi dersin, çaktırmadan çaktırmadan avan olarak anlaştığın projeyi uygulama projesine dönüştürmeye çalışmalar mı dersin. Zaten çizip gönderiyorsun ama paranı alıp alamaman bir vicdan bağına bağlı sadece. Saçmalık. Haliyle bir daha almamaya karar verdim.
Başka bir şeyler yapmalıyım dedim. Zaten üniversiteden beri tasarımın her alanıyla, özellikle de grafik tasarımla ilgili ve yetenekliydim. O sıralarda kendi nişanım ve düğünüm için hazırlıklar yapıyordum, ben bu işi büyütürüm dedim. Hem o kadar zevkli ki, hobi olarak bile yapabilirim. Neticede onlarca güzel şey tasarladım, numuneler aldım, websitemi bile kendi ellerimle uğraşa uğraşa, kimselerden yardım almadan kurdum. Sonra beni aldı bir panik… Ya altından kalkamazsam? Ya kimse ilgi göstermezse? Ya aylarca tek bir müşterim bile olmazsa? Hadi kotardım diyelim, ya yetişemezsem? Ya alır büyür de ipin ucunu kaçırır, sonunda kimseyi memnun edemezsem? Benim kafamda beyin hücrelerimden de daha çok sayıda soru işareti vardır, tahmin edemezsiniz. Neticede ben korkaklık ettim, işi %80’e getirmişken yarım bıraktım.
Hemen sonra evlendim, barklandım. Çok şükür soru işaretlerimin önemli bir bölümü gitmiş oldu. Sonuçta insanın hayatını etkileyen en önemli kararlardan biri evlilik. İyi bari, artık o konuda düşünmeyeceğim dedim. Tabi ki gerçek hayat o şekilde işlemiyor. Sen doğru taşlarla tetrisi erittiğini sanarken yukarıdan yenileri geldikçe geliyor. Herkesin hayatına da bir uzun çubuk gelmiyor ki, şöyle tetrisi komple bir temizlesin. Bu sefer işin içine başka konular giriyor. Uzun ömürlü olacak mı? Bu aşk-tutku bir gün bitecek mi? Çocuk sahibi olacak mıyız? Anneliğe hazır mıyım? Ama ben daha kendim çocuk değil miyim?! Ne, 27 mi oldum, 30’undan sonra doğurursam risk mi alıyorum? Peki doğurdum, sonrası ne olacak, iyi bir anne olabilecek miyim? Ben çalışmazken tek maaşla geçinebilecek miyiz? İşime ne zaman geri döneceğim? 2 yaşında çocuğumu kreşe verip nasıl çalışacağım? Akşam 8’de işten eve gelip 12’de uyuduğum bir düzende çocuğumla ne kadar ilgilenebileceğim? Bende tükenmeyen tek şey sorular!
Neticede 25 yaşımdan bu yaşıma, iki senedir hayatımı bir yola sokmaya çalışıyorum. O yol nasıl bir yol olmalı hala bilmiyorum. Şu an sektörün en prestijli ofislerinden birinde, nispeten iyi koşul ve maaşla, büyük de bir sorumluluk altında çalışıyorum. Ama böyle gitmez, biliyorum. Evime eşimden de geç ve çok yorgun gelip, sürekli mesaiye kalıp, cumartesilerimi hiç ettiğim, hatta bazen pazar bile çalıştığım bir düzende, sürekli stres içinde uzun süre yapamam. Şu an sadece çalışıyor ve yemek yiyip uyuyor gibi hissediyorum çünkü. O yüzden her gün yeni bir fikirle kafamı karıştırıyorum. Maşallahım da varmış, ilgi duysam yapabileceğime inandığım o kadar çok şey varmış ki! Hala hayal ettiğim dükkanı açabilirim mesela, geç değil. Sonra diyorum ki illa ofiste çalışmak zorunda değilim; imar müdürlüklerinden birine girsem, mesleki açıdan zerre kadar tatmin olmam ama en azından 4’te çıkar evime gelirim. Hem her şeye zamanım kalır. Oralara girip mesleki intihar etmiş olmayayım desem, bir inşaat firmasına girsem en azından kurumsal imkanlardan faydalanırım. Ama yine de en iyisi insanın kendi işini kurması. Hem böyle maaşlı çalışarak insan yatırım falan yapamaz. Ofis açsam, omzuma daha çok yük biner, kimseye iş veremem hepsini ben çizmeye çalışırım, kendimi biliyorum. Akademisyenliğe mi soyunsam? Benden iyi hoca olurdu. Ya da her şeyi boşverip Beşiktaş’ta hostel mi açsam? Aylık cirosu dudak uçuklatıyormuş. Aslında anaokulu işi de fena değil, küçük bir kreş açsam? Hem çocukları da severim. Keşke aşçı olsaymışım ben! Belki kendi yemek programım bile olurdu. Ya da tekrar sınava girip eczacılık mı okusam? Babamı dinleyecektim o konuda. Mis gibi kendi işimi yapardım. Hostesliği de kaçırdım zaten, bu saatten sonra hostes mostes olamam. Zaten uçmayı da o kadar çok sevmediğimi farkettim.
Sonuç olarak her şey mümkün, ama hiçbir şey kolay değil. Bu bölüme çok çok severek ve isteyerek girdim, 4 sene çok ağır çalışarak mezun oldum, gidip yurtdışında master yaptım, workshoplara katıldım, annemin babamın üzerimde maddi-manevi emeği çok büyük. Nereye hamle yapsam tüm emeklerimize yazık edecekmişim gibi geliyor şimdi. Bir de tabi alttan alttan bir ego savaşım var kendimle verdiğim. Mesleğimi yapmıyor olmayı gururuma yediremiyorum. Önce çözümler bulup, sonra yeni sorular üretiyorum özetle.
Epey bir içimi dökmüş oldum, farkındayım. Sanılanın aksine kendimi bıraksam, kendi yarattığım sularda boğulurum ben. O yüzden sıkı sıkı tutuyorum hiç bırakamıyorum iplerimi. O yüzden bol bol yazıyorum, kendimi hizaya çekmeye çalışıyorum, ciddi çaba sarfediyorum hala pozitif kalmak ve mutlu olmak için. Benim hikayem budur. Tanıdık gelen herkese sevgiler..

8 Yorum
Ah ben de aynı durumlardan geçiyorum henüz 25 yaşında iken bu kadar strese maruz kalmakta en çok koyan :/
2 Temmuz 2015 at 10:23 pmYaaa ben değil de başkası böyle söyleyince hiç kıyamıyorum! Ama çoğu zaman böyle sancıların ardından güzel şeyler doğar, öyle düşünmek lazım. Umarım tüm sıkıntılarına değen güzel bir hayatın olur sonunda.
3 Temmuz 2015 at 5:31 amSevgiler..
28 yaşındayım evliyim, hamileyim aynı sorular hatta daha fazlası var bende de:) Ama seni okumak çok keyifli. Uzun süredir gizliden gizliden takip ediyordum ama artık yazayım dedim üst üste yazılarını görünce çok mutlu oluyorum:) Yazmayı bırakma olurmu:) Ellerine sağlık…
3 Temmuz 2015 at 8:02 amBen daha çok mutlu oluyorum yorumları okuyunca, siz de bana yazın bol bol:)
3 Temmuz 2015 at 10:46 amEn azından hayatın iki önemli sorusunu çözmüşsün. Hem eş, hem anne olmaya karar vermişsin. Bu epey bir rahatlatır sanki. Bundan sonrası için de Allah kolaylık versin, bebeğini sağlıkla kucağına almayı nasip etsin. Sevgiler..
Bende 88’liyim ve 27 yaşındayım… Bu yaşta depresyon paha biçilemez :))
7 Temmuz 2015 at 9:36 am🙁
Nasıl bir bunalımsa 2-3 yıl sürüyor demek!:) Dur ben çıkaracağım hepimizi, bu iş böyle kalmaz!
7 Temmuz 2015 at 10:20 amAh Mervecim ah! Seneler geçse de kaygılarımız hep aynı seninle.
8 Temmuz 2015 at 7:11 pmYine hislerime tercüman olmuşsun.
ps. ya her yeni yazı ya ofisteyken ya da telefondan okuyorum, pc açınca yorum yazarım diyorum, kalıyor. Çok kızıyorum kendime! 🙁
Halbuki telefondan da yorum yapabilirsin Sed?:)
9 Temmuz 2015 at 12:11 pm