Bunca zamandır okuduğum tüm Batı öğretilerinde adeta kilit taşıydı niyeti dillendirmek.
Pozitif şeyleri bol söylemek, olmasından korktuğun negatif şeyleri de hiç anmamak.
Sözün büyüsünü bilmez çünkü herkes. Ağzından çıkanların nelere yol açabileceğini bilmez. Bu yüzdendir ki kötü şeyler dillendirilmez belayı çağırmamak için.
Olmasını istediğin şeyleri de bol söylersin ki, söylerken kendin inanırsın. Ve sen inanırsan onun gerçekleşmesi de yakındır.
Spiritüel öğretilerdeki “Olumlama” böyle bir şeydir mesela. Ev almak istiyorsun diyelim, dilinde o vardır. Bol bol niyetini dile getirirsin. Yetmez, ortada ev ve hatta alacak durumun bile yokken ona eşya bakarsın, hayal kurarsın alman çok yakınmış gibi. Rol yaparsın. Sen evrene o isteği, enerjiyi yayarsın ve gerçeği kapını çalar senin, budur özetle.
Ben de bunu yapıyordum aylardır. Hayatımda istediğim bir kaç şey var ki dilimdeydiler hep. Her sorana söylerdim niyetimi. Karşılığında onlardan da bir “inşallah” alır, kumbarama atar devam ederdim. Madem söz önemli, o halde yalnız benim dilimde kalmasın, başkaları da bilsin, onlar da benim için istesin, çoğalsın derdim. Yakın bir arkadaşım biraz daha farklı düşünür mesela. O asla herkese anlatmaz her şeyini. Sevincini de mutsuzluğunu da, istediğini de korktuğunu da yalnız ve yalnız samimiyetine yüzde yüz güvendiğine anlatır. Birkaç kez ben de düşündüm aslında bunun üzerine. Ben insanlardan aksi ispatlanmadıkça şüphe etmem pek, iyi niyete inanırım, anlatırım söylerim yani. Aslında bir yerde tehlikelidir de, hiçbir zaman tam olarak bilemezsin insanların içini. Seninle beraber seviniyormuş gibi yaparken aklından tam tersini geçirebilir, ya da bir şekilde anlık da olsa dileğini kıskanıp nazar edebilir.
Bir süredir bu konuyu düşünüyordum sık sık, karşıma birkaç farklı yerde yaptığımın aksini öğütleyen şeyler çıktı sonra. Bnei Baruch’un bir hocası bazı şeyleri içinde yaşamaktan bahsediyordu mesela bir Kabala dersinde. Savaşını yalnız içinde yaşamak, dışarıya belli etmemek… Maneviyatını ve isteğini dostun hariç kimseyle konuşmamak, dillendirmemek. (-ki burda dosttan kasıt bildiğimiz anlamda “arkadaş” değildir.)
Aynı şekilde sufi Hazret İnayet Han’la ilgili bir kitapta da benzer bir öğüde rastlamıştım. Kitabım yanımda olmadığı için alıntı yapamıyorum şu an ama kısaca sessizliği, herkesle paylaşmamayı övüyordu o da.
Yine benzer şekilde Mesnevi’de “Tohum toprak altında gizlenince yeşerir.” cümlesi geçer mesela. Her okuyananın bambaşka anlamlar çıkarabileceği bir kaynak olduğundan şu an algılamak istediğimden farklı şeyler için söylenmiş olması da kuvvetle muhtemel tabi. Ancak ben gizlilikte fayda olduğunu, henüz gerçekleşmemiş ancak gerçekleşmesi istenen şeylerin çok ortalıkta olmaması gerektiği sonucunu çıkarıyorum buradan.
Son olarak bugün bir hadis okudum ki sanırım üzerine uzun uzun düşünmem ve belki de davranışlarımı değiştirmem gerekecek.
“Sırrını gizleyen muradına tez kavuşur.”
Mesnevi’den derlemelerin olduğu Mevlana’dan Hayat Dersleri isimli kitapta bir parçada geçiyor hadis.
Birini sevip de kavuşamayan cariyeye; “Ben sana babadan daha şefkatliyim ama sırrını sakın ola hiç kimseye duyurma. Padişah dahi hatrını sorarsa söyleme. Sırrın gönlünde kalırsa bil ki muradın çabuk olur. Peygamberimiz de “”Sırrını gizleyen muradına tez kavuşur” dememiş midir!” diyor bilge.
Sanırım her koldan saldırdığım, aynı şeylerden bahsettiğini düşündüğüm Batı ve Doğu öğretileri bu noktada ayrılıyor. Birinde bol söylemek, tabiri caizse “evrene mesaj iletmek”, birinde de isteğini gönlüne gömüp susmak, yalnız ve yalnızca Allah’tan istemek var.
Düşüneceğim bu konuyu.
Belki saklamak gerek.
Belki bize lal olmak düşer..
Yorum Yok