Evde telefonumun kabı kaybolduysa sorumlusu İlkem’dir, temizlensin diye bulaşık makinesine atmıştır.
Tokam kaybolduysa sorumlusu Pepe’dir, patileye patileye yatağın altına itmiştir.
Ama sorumlusunu açıklayamadığım kayboluşlar var ki onları hiç anlayamıyorum. Mesela çoraplarım! Hepsini çamaşır makinasına çift olarak attığıma emin gibiyim. Ama içeride ne oluyorsa tek çıkıyor onlar. Evde bir çorap cini olduğuna kanaat getirdik. Yeni aldıklarıma dokunmaması için düzenli olarak adak adamam gerektiğini düşünüyorum.
Aynı problem terliklerimde de var. Nerede çıkartırsam çıkartayım yerleri değişiyor. Bir süre evin altında yatır olduğuna inandım. Sonra İlkem’i terliklerimin yerlerini değiştirirken yakaladım. Ortalık yerde çıkarılmazmış. Sadece bir dakikalığına terliğimi almadan mutfağa gitsem, geldiğimde terliğimi yerinde bulamıyorum. Mütemadiyen yanyana dizilmiş halde köşede sepetin yanında duruyor. En azından onları nerede bulacağımı biliyorum artık. Çoraplar gibi meçhul değiller. Sonra şarj aletim! Telefonumu kablodan çıkarıp içeri gidiyorum, tamam şarj aletini fişte bırakmak akıllıca değilmiş. Evi yanan var! Ama ben her geldiğimde şarj aletini ilk aldığım günkü gibi itinayla birbirine sarılmış, paketlenmiş halde buluyorum. Her gün tekrar açıyorum. Eh, her gün yeni bir şarj aleti almış gibi heyecan duyuyorum, bu da bir şey.
En sevdiğim ama EN SEVDİĞİM, benim için manevi anlamı çok büyük olan kolyemi kaybettim. Ucunda mavi kalp şeklinde içinde Meryem Ana ve İsa işlemeli kolyemi. Maalesef bu sefer sorumlusu benim. Kararan, birbirine dolaşan, artık kullanmak istemediğim kolyelerimi atmaya kalktım. Maalesef o da aralarına girip karışmış! Yani öyle olduğuna kanaat getirdim. Kendi ellerimle çöpe attığıma i-na-na-mı-yo-rum! Olayı çözdüğümde üzerinden iki hafta geçmiş olmasaydı gerçekten gider çöpü karıştırır, bulur ve geri alırdım. Ama fazlasıyla geç kaldım. Ve İBB çöpleri nerede topluyor bilmiyorum.
Amsterdam’da Van Gogh müzesinden aldığım, çok sevdiğim, hiç yanımdan ayırmadığım minik aynamı kaybettim. Hiç yanımdan ayırmadığım halde nasıl kaybettim hiçbir fikrim yok. Bu da çözemediğim sırlardan biri olarak tarihin tozlu sayfalarına karışacak. Yalnız çok üzülüyorum.
Sürekli standına gidip gidip, yok ya bir ruja 30 euro veremem diye vazgeçip, sonunda da “Eah o kadar lüksüm de oluversin” diye aldığım Chanel rujumu kaybettim. Hem de totalde sadece 2-3 kez sürmüşken. Çok fazla ruj seven biri olmadığımı söylemiştim, dudağımda tutamıyorum çünkü. Rahatsız oluyorum. Buna rağmen sürmeyeceğimi bile bile yanımda taşıyordum sürekli. Bir gün artık çantamda taşımadığımı farkettim. Sessizce oradan ayrılıvermiş. İnanın nereye gitti hiç bilmiyorum.
Uzun süredir cildime sürebildiğim tek şey olan renkli nemlendiriciyi (bb krem, fondöten her şey cildime dokunuyor) kaybettim. Onu özellikle bir kenara koymuştum evimize taşınırken almayı unutmayayım diye. Hangi kenar olduğunu hiçbir zaman bulamadım. Ya da o kenardan gitmiş işte, yok. Onsuz cildim hiç pürüzsüz değil, ama gidip yenisini almak bana çok koyuyor.
Yine en sevdiğim, ilginç bir şekilde biraz özgüvenle dolaşmama sebebiyet veren bohem stil çantamı kaybettim. Bu sefer kayboldu anlamında kaybettim demiyorum, en sevdiğim boho çantamı kaybettim, sizlere ömür yani. Öldü. Bir gün eve geldiğimde üzerinde bir ıslaklık ve garip keskin bir koku olduğunu farkettim. Pepe üzerine işemiş. Evet, işemiş. Neden kum kabı ya da mis gibi yeni yıkanmış çarşaflar dururken gidip en sevdiğim çantama işedi bilmiyorum. Önce yıkayıp kullanmayı düşünsem de hijyenik sebepler dolayısıyla vazgeçip onu da kendi ellerimle çöpe atmak zorunda kaldım.
Çok severek aldığım, sadece bir kez giydiğim, “işte bu ya, benim tarzım budur” dediğim yakası incili kolsuz beyaz gömleğimi kaybettim. Sizlere ömür anlamında yani yine. İlk giydiğimde üzerinde minicik ama minicik bir renkli nokta farkettim. Yıkayayım da öyle giyeyim madem dedim. Yıkadım ve bir daha giymek nasip olmadı. Tüm incileri çamaşır makinasının değişik yerlerine dağılmıştı. Haftalarca yıkadığımız her şeyin cebinden inci çıktıkça tekrar tekrar üzüldüm.
Sırrını çözemediğim, sürekli kaybettiğim şeylerim ve çeşit çeşit uğursuzluklarım var. Sevgili Agatha Christie, tanısan beni çok severdin!
Yorum Yok